(aquaballoon.net)
İstanbul' un trafiği keşmekeş, şoförünün sağı solu belli olmaz, çok fena çok... zannederdim. Türk şoförünün İstanbul' da kaosun içindeki düzene eriştiğini, o asil duyguyu buraya gelince anladım.
Lonely Planet' a göre Ulan Bator' da yapılacak en tehlikeli şey caddede karşıya geçmek. Doğrudur, altına imzamı atarım :)). Yabancıların (Avrupa, Amerika, Türkiye ve çok dahası) Moğol şoförlere dair ortak kanısı, ata biner gibi araba kullandıkları yönünde (bu arada yaklaşık on yıl önce, Ulan Bator yollarında araç ve at sayısı neredeyse eşitmiş). Trafikte yapmayacakları şey yok, en sağdan gelip, ilerleyip, akan trafiğin ortasında durup ani ve yayvan bir U dönüşüyle 50 m. geride kalan sol sapağa uçarlar. İstanbul' daki taksi şoförlerinin pek maharetli olduğu, arabanın başını boş bulduğu yere sokma işini hiç sağa sola bakmadan, patada kütede yaparlar. Şehir efsanesi midir bilmem ama itiraz edeni de evire çevire döverler :)).
(flickr.com- Aaverage Joe)
Tüm caddeler geliş- gidiş ve trafik ışığı sadece bir yöne hitap ediyor. Şöyle ki, karşıya geçmek için, nizami şekilde kaldırımda bekliyorsunuz. Yayaya yeşil yanınca saf saf caddeye iniyorsunuz. Oysa o yeşil sadece yolun yarısına, misal, sadece geliş yönündeki yayaya yanmakta. Caddenin diğer yarısı gidişe ayrılmış, menzil caddenin ortasına kadar. Ortada kalakalıyorsunuz, hiçbirinde refüj de yok. Bir Allah' ın kulu da yayaya yol vermiyor, yayanın hasta, yaşlı, çocuk vs. olmasının en ufak bir önemi yok. "O gelen araba uzakta, hem de beni görünce nasıl olsa durur" yanılgısıyla yola çıkıp, arabanın bile isteye dokundurduğu yayalar gördü bu gözler :)).
Arabalar üstünüze üstünüze geliyor, hele otobüs şoförleri üzerinize gelirken gazı ve kornayı köklemekten anlaşılmaz bir zevk alıyor. O esnada yolun diğer yarısında da arabalara yeşil yanınca orta yerde kalakalıyorsunuz. Önünüzden arkanızdan vızır vızır arabalar geçer, biraz ötenizdeki kasis ya da çukurda size doğru direksiyon kırar ve kesinlikle yol vermezken hayatın anlamına ulaşıyorsunuz :). Tek şansınız hem gelişte hem gidişte trafiğin tıkanması, ki bu karşıya ulaşmak için en doğru zaman. Bir de caddeyi geçmek isteyen bir yaya grubunun oluşması beklenebilir, bu grup geçiş için hamle ettiğinde arasına karışılıp ilerlenebilir. Yaşasın kolektivizm :)).
Arabalar üstünüze üstünüze geliyor, hele otobüs şoförleri üzerinize gelirken gazı ve kornayı köklemekten anlaşılmaz bir zevk alıyor. O esnada yolun diğer yarısında da arabalara yeşil yanınca orta yerde kalakalıyorsunuz. Önünüzden arkanızdan vızır vızır arabalar geçer, biraz ötenizdeki kasis ya da çukurda size doğru direksiyon kırar ve kesinlikle yol vermezken hayatın anlamına ulaşıyorsunuz :). Tek şansınız hem gelişte hem gidişte trafiğin tıkanması, ki bu karşıya ulaşmak için en doğru zaman. Bir de caddeyi geçmek isteyen bir yaya grubunun oluşması beklenebilir, bu grup geçiş için hamle ettiğinde arasına karışılıp ilerlenebilir. Yaşasın kolektivizm :)).
(panoramio.com)
Yolların yetersizliği ayrı problem. Bir İstanbul simülasyonu olarak düşünülebilir, trafikte yolların kaldırabileceğinin bilmem kaç katı araç var. Artısı (belki de kısmen aynısı :), yollar engebeli, arabaların çoğu eski, sürücülerin kanı deli deli :)). Olsun, yine de yurdum minibüs şoförleri bile Moğol sürücüler yanında Kraliçe Elizabeth' in makam şoförü gibi kalıyor. Sürücüyseniz her an, herhangi bir tarafınızdaki herhangi bir aracın direksiyonu önünüze kırılabilir. Şoför yorulmuşsa, kaldırımdan epey uzak, yol ortası denebilecek bir noktada park edip uyuyabilir. Yayaysanız bilgisayar oyunlarında vurulup puan kazanılan bir yaratıksınız sadece, sağınıza solunuza bir araba tamponu "dokunabilir". Yaya için kaldırımda olmak da güvence değil, sürücü kaldırımı yalayıp geçmek isteyebilir. Kaldırımın kenarında durmayın, sağ dikiz aynası çarpabilir :).
Trafik, araç vs. demişken, burada arabaların çoğu, bu macerasever sürücülük anlayışından olsa gerek, hareket eden ama her an dağılabilirmiş hissi veren metal yığını. Ama bunun yanında envai çeşit ve marka cip de var. Çelişki her yerde mirim :)). Bir dahakine de bunu yazayım.
- Bugün izlenen: Easy Virtue. Birinci Dünya Savaşı sonrası bir ara, Amerikalı araba yarışçısı (ve fıstık) kadın Jessica Biel, zürefanın düşkünü İngiliz ailenin salak oğluna aşık olur, evlenir (yazık Jessica' ya). Kaynana Kristin Scott Thomas bu durumdan fevkalade rahatsız olur, gelinle uğraşmaya başlar, kaşı gözü oynar. Kocası da hayattan bezmiş Colin Firth' tir. Olaylar İngiliz konağında, çayırında, bayırında gelişir. Jessica bacı çok güzel, Kristin teyze çok başarılı, Colin birader de depresif, bezgin baba rolünde bir tuhaf durmuş. Şöyle böyle.
- Bugün özlenen: Pakette et ve tavuk satılsa. Paketlerin üstünde paketleme ve son kullanım tarihi yazsa. Misal tavuğun paket tarihi geçen Nisan olmasa. Bir aydır markete gidip Nisan tarihli aynı tavuk paketlerini görmekten sıkıldım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder