27 Ağustos 2010 Cuma

Bozkırın kadınları, Cengiz Han' ın bacıları, Mango' nun müşterileri



Moğolistan birçok alanda geri kalmış bir ülke olabilir ama dünya standartlarını çoktan geçmiş bir yönü de var: toplum, kadının yeri ve bunun sonrasına ekleştirilebilecek bir dolu entel sözcük öbeği. Burada kadınlar dünyaya açık, güçlü ve de süslü.


Burada yeniyken beni en çok şaşırtan (şehrin halinden başka) kadınlar olmuştu. Bu yoklukta, tozda, soğukta, buzda, fönsüz, makyajsız, yüksek topuklu çizmesiz gezen kadın yoktu, hala yok. Şıkır şıkır giyinip geziyorlar, özellikle genç kesim dünya modasından hiç geri değil. Şehir, girişinde “Mango Zara H&M” yazan küçük dükkanlarla dolu. Hani al bir Moğol genç kadını, Paris' in "chic" bulvarlarından birine ışınla, hiç garipsenmez. Şehrin renksizliğiyle pek bir tezat valla. Her yer güzellik salonu dolu, cafcaflısı da var esnaf lokantası kılıklısı da. Kozmetikçiler sıra sıra, Japon' u, Koreli' si, Asyalı kozmetikçiler işgal etmiş burayı. Ama ben özümden taviz vermedim, en canlı renklerde ojelerle gezinen Moğol kadınlar arasında anti-oje bayrağını gururla dalgalandırıyorum :)). Bencileyin bir Alman kadınla halimize bakıp güldük geçende.



(Opera' daki fotoğraflardan, Moğol devlet sanatçısı bir kadın)


Neyse, işin kozmetiğini, cilasını geçeyim de özüne geleyim. Efendim, okumuş etmiş bir Moğol arkadaşımın dediğine göre Moğolistan' da bir cinsiyet sorunu varmış, kadınların lehine bir sorun
:). Yabancı dil bilenlerin çoğu kadın. Dünyaya açık, iletişim kurma, kendini geliştirme derdinde olanların çoğu kadın. Bürokraside, akademide, hele de özel sektörde çok sayıda kadın üst düzey yönetici var. Opera binasında fotoğrafları asılı devlet sanatçıları arasında birçok kadın var. Yıllar yıllar önce bile çok sayıda Moğol kadın oyuncu, ressam, operacı varmış. Çarşı pazardaki satıcıların ezici çoğunluğu kadın. Komünist gelenekten dolayı, yolda, belde, inşaatta kadın işçiye, boyacıya, bahçıvana rastlamak gayet normal. İlginç olan ağır işçi kadınların bile çoğunun makyajlı, fönlü, ojeli olması. Doğu Bloku kadınlarının ortak yönü bu sanırım, hem ağır hem frapan işçiler :)).



(mongolianaltai.uoregon.edu)

Kadınlar açısından Moğol coğrafyası ve hayat tarzı da avantaj sağlamış. Erkek bilmem kaç ay at sırtında savaştayken (yani ortalıkta yokken) kadın çadırında kös kös oturup sadece evinin kadını, bebelerin anası rolünü oynayamayacağından, çadırın kurulup, hayvanların güdülüp, etin hazırlanıp, çadıra dadanan düşmanın ya da hayvanın haklanması ve yaşamın devam ettirilmesi gerektiğinden Moğol kadınları hep güçlü olmak durumunda kalmış. Bir de çadırda hayat, mahremiyeti kısıtladığından, herkes bir arada yaşadığından kadın bedeni, kadın- erkek ilişkileri tabu olmamış. Her şey doğal gelişmiş, kimse kimseyi töredir, namustur diye taciz etmemiş. Kadınlar "vay dere kenarında bacağını gördük, aman da muhtarın oğluyla konuştu, kahvenin önünden geçti, babadan izinsiz çeşmeye gitti, tez aile meclisi toplanıp infaz edile" gibisinden muamelelere maruz kalmamış. Bunun üstüne 70 yıllık komünist dönem gelince çok değişik bir bileşim olmuş. Kadın halihazırda özgürken bu iş daha da değişik bir hal almış.


Kadınlar rahat, zaten kısacık olan yaz döneminde mini mini şortlar, etekler giyiyorlar, bırakın tacizi, kimse dönüp bakmıyor. Daha önce yazmıştım, birçok dükkanda kıyafet denemek için kabin yok, kadınlar ortalık yerde rahatça kıyafet deniyor. Kadın bedeni ve kadın-erkek ilişkileri "aman ayıııp, hiii, namuuuus" değil. Dipnot, Moğol erkekler yerli kadına bulaşmıyor ama Avustralyalı bir kızcağız “Ay dokunup duruyorlar, darlandım” diyordu. Burada da komşunun tavuğu komşuya kaz görünüyor demek :)).


Bu arada aman diyim, bu yazdıklarımdan burada “ahlaksızlığın” kol gezdiği gibi bir sonuç çıkmasın, alakası yok. Kadın- erkek doğduğundan beri yan yana olunca; cinsiyet ayırt etmeyen zorluktaki bir coğrafyaya ve hayat koşullarına karşı topyekün mücadele edilirken kimse kadına "elinin hamuruyla erkek işine karışma" demeyince; kadının saçı, başı, kolu, bacağı tabu olmaktan çıkınca böyle oluyor demek. Kadınlar her yerde, kızlı erkekli arkadaşlarıyla rahatça dolaşıyorlar, kaç- göç yok. Kadının gözünün görünmesini dahi yasaklarken küçücük kız çocuklarını karı diye satan düzenlerden daha sağlıklı.


(smhric.org, Moğolistan' ın önde gelen siyasetçilerinden, eski Dışişleri Bakanı Sanjaasuren Oyun)


İşin siyaset kısmına gelecek olursak, 76 kişilik mecliste sanırım 8 kadın milletvekili, kabinede de bir kadın bakan var (sosyal refah bakanı). Sokaktaki durum meclise pek yansımamış ama bakan yardımcılığı mevkilerinde birçok kadın var.



(icnnd.org, Sodov Onon, Moğolistan' ın eski Brüksel büyükelçisi, Moğol Dışişleri' nde üst düzey yönetici)

Moğol tarihinde kadın han mı diyeyim, kraliçe mi diyeyim, kadın yöneticiler de mevcut. Hem sadece han eşi, Kösem Sultan vs. olarak değil, doğrudan yöneten kadınlar da var. Sağda solda erkeklerle saç başa kavga eden ve birkaç kişinin zaptedemediği kadınları gördükçe, vaktiyle erkek kılığında katıldığı güreş turnuvasını kazanan kadın hikayesine inanasım geliyor. O gün bu gündür Moğol güreşçiler göğüslerini açık bırakmak durumundalarmış, bir kadın yine araya sızıp erkekleri madara etmesin diye :)).


Ama her şey toz pembe değil elbet, rengin kömür karasına döndüğü yerler de var. Örneğin, nikahsız beraberlik ve çocuk yapmak burada çok görülen bir durum. Eyvallah, herkes nasıl isterse öyle yaşar ama bu beraberliklerden doğan çocukların, annenin maddi durumu iyi değilse, yetimhaneye (bazen doğrudan sokağa) bırakılmaları da çok görülüyor maalesef. En acı olan ise, yıkılan bir düzenin acılarını ve yükünü yine kadınların, kadın bedeninin çekmesi. Yoksulluk, parasızlık ve daha birçok şey dünyanın her yerindeki gibi, kadın bedenini erkeğe, yani paraya, yani sisteme sunulan bir meta haline getiriyor. Bu ülke dünyaya açılıyor, madenleri dünyaya açılıyor, para, refah gelsin, standartlar yükselsin, ama bunlara para ve know-how lazım, bunları erkekler getiriyor. Erkekler “aç”, kadınlar ise sadece aç... Kiminin kendi, kiminin ailesi aç; kimi yemeğe, ilaca, kimisi daha iyi yaşamaya aç. İnsanı çok üzen hikayeler var ama ne burası yeri ne de ben ahkam kesecek kadar bilgiliyim. Kadın ne kadar güçlü olursa olsun komünizm, kapitalizm, bilmemnizmler üstü erkek egemen sistem her zaman daha güçlü.


Tarih öncesinde kalan siyaset bilimi eğitimimden bir kuple dinlediniz, esen kalın :)).




16 Ağustos 2010 Pazartesi

Ulan Bator' da Türk köşeleri



Buraya gelmeden önce, bu ülke de Türki cumhuriyetlere benzer zannediyorduk. Türk malları bulunur, birçok köşede Türkiye vardır vs. Heyhat, durum öyle değilmiş. Bu ülke çok uzak, çok soğuk, çok "Çin- Rusya arasında sıkışmış" mış. En azından ithal ürünler anlamında her köşe Çin, Kore, dip bucak Rus, biraz bakınınca Alman, Amerikan vs. imiş.

Yine de burada geçen iki sene içinde bazı değişimlere şahit olduk. Değişime ilk örnek, biz buraya ayak basar basmaz açılışı yapılan Ankara Caddesi (tabelada öyle yazıyor :) ve...



Cadde üzerindeki Atatürk İlkokulu oldu. Şehrin 5 no' lu ilkokulunun adı "Atatürk" olarak değiştirildi, büstü ve açıklaması da konuldu, açılışı da Ekim 2008' de yapıldı. Önünden geçerken insan bir tuhaf oluyor.



Geçen Ekim ayında da Moğol- Türk Dostluk Parkı açıldı. Büyük meydana çok yakın, geniş ve güzel bir park. Lenin heykeliyle Louis Vuitton mağazası arasında, canım memleketim burada da "köprü" yani :).



Bu şehirdeki en Türk köşelerden biri de Milli Tarih Müzesi' ndeki Türk bölümü. Türkiye tarafından yenilenen bu bölüm çok güzel ve kapsamlı. Arkeolojik kazılarda çıkarılan birçok tarihi eser burada sergileniyor. Yukarıda Kül Tigin büstü, daha fazlası için müzeye buyrun :).



Efendim, tüketim sektöründe ise göze ilk çarpan, halk otobüslerine reklam veren Ülker. Birçok markette bulunmakta, memleket peyniri, zeytini vs. bulamayan biçare gönülleri Biskrem ile şenlendirmekte :)).

Onun dışında, bazı alışveriş merkezlerinin kozmetik bölümlerinde Flormar' la varız. Memleketin en eski alışveriş merkezinin (ulsın ih delguur- state department store) orta yerinde, kivican Ebru Şallı ile göz göze gelmek acaip :).

Buraya ulaşmayı başaran Türk markaları arasında Dimes, Bifa, Anadolu kaplanı birkaç makarna, çikolata ve bisküvi üreticisi, iki- üç reçelci, feta peynirci de olsa Gazi ve temizlik gereçlerinde Banat sayılabilir. Ama bunlar her zaman her yerde bulunmazlar, tedarik zincirleri naif, bulunabilirlikleri sürprizlidir. Gönül ister ki bir Tikveşli yoğurt, Fersan turşu, Tahsildaroğlu peynir, Marmarabirlik zeytin olsun ama nafile... Elbet bir gün...



Avrupa' yı donatan Türk tekstil sektörüne gelince, o da buraya biraz yabancı kalmış durumda. Burada kalite algısı Kore, kıyafetten mobilyaya "Kore'yse koy sepete" anlayışı hakim. Ama Kore ayağını denk alsa iyi olur zira son aylarda vitrininde "made in Turkey" yazan mağazalar, reyonlarda Türk malları arttı. Buraya ulaşan Türk giysileri, genelde henüz "à la Laleli- Beyazıt" tadında olsa da "à la Merter" ürünlerin sayısı da hızla artıyor.

Neyse ki Türk tekstili burada sadece girişinde "made in Turkey" yazan mağazalarla sınırlı değil. Bazı alışveriş merkezlerinde Penti köşeleri var. Üniversiteyi Türkiye' de okuyan Moğol bir kadın girişimci, şehrin en büyük alışveriş merkezlerinden birinde "Oya Türk Butik" açmış, biz buradayken mağazasını daha da büyüttü. Adil Işık, Koton vs. bulunabiliyor. Son gelişme Ramsey mağazası, açın Türk tekstilinin önünü!



Bu fotoğraf da eski bir anı, çoktan kapanmış olan Dönerland adlı mekandan. Çok gitmişliğim yoktu ama döneri ve kebabı Avrupa' da satılanlardan daha iyiydi. Adana kebap demişken, Ulan Bator' la Adana' nın kardeş şehir olması kaderin bir cilvesi midir... :).

Burada en büyük eksik (Türk mutfağına fazla düşkün bir Türk' e, kısaca bana göre) Türk restoranı. Eskiden iyi bir tane varmış, batmış. Biz buradayken bir tane açıldı, kapandı. Sahibi bu ay içinde başka bir yerde yine açacakmış, hadi bakalım, bekliyoruz. Bir de buradaki Türk okullarının bir restoranı var, henüz sadece açmasını tattım, iyiydi.

Restoran vs. demişken, bazen sağda solda Tarkan' ın şarkılarını duyuyoruz, hem de safi Moğol mekanlarında. Tarkan koca bir kıtayı, bozkırı aşmış gelmiş valla, darısı diğerlerinin başına :).


(monturk.edu.mn)

Geleyim buradaki en kalabalık Türk köşesine. Yukarıda Ulan Bator' da "Türküm" deyince Moğol' un aklına gelen ilk yerlerden, Moğol- Türk Lisesi. Ulan Bator' da iki, diğer şehirlerde üç okul var. Bindiğim taksilerde şoförün "Turist misin?" sorusunu beni kazıklamasın diye "Hayır, çalışıyorum" diye yanıtlayınca "Türk Okulu' nda öğretmen misin?" sorusuyla karşılaşıyorum. Peki ben bana sorulanı nasıl anlayıp da karşılık veriyorum, işte onu hiç bilmiyorum :). Neyse, bu okullar nedeniyle, yolda belde sinirlendiğimde Adanalı ağzımı açamıyorum zira her an her yerde "Merhaba, Türk müsünüz, ben Türk Okulu' ndanım" diyen biriyle karşılaşmak kuvvetle muhtemel. Dikkat etmekte fayda var :).

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Bir gezgin Moğolistan' ın en içinden bildiriyor


(ömür biter yol bitmez :)

Bugün bloga konuk yazar aldım :)). Ağustos geldi, Ulan Bator' da metrekareye 3-5 turist düşüyor, "neredesiniz ey Türk turistler!" derken Türk bir gezginin (turist değil, gezgin, dikkat) yolu buralara düştü. Bizim gibi "onu yemem, bunu içmem" huysuzluğunda olmadığı için de iki haftada, bizim burada iki yılda gördüğümüzden çok daha fazla renk görüp döndü.
Yazı ve fotoğraflar Alper Metin :)

Ulan Bator`dan 12 saatlik yataklı tren yolculuğuyla Erdenet' e geldim. Ertesi sabah Erdenet` te Sumiyabayar`ın (Alper' in couchsurfing arkadaşı) akrabası beni alıp eve götürdü. Öğlene doğru çoluk çocuk bir minibüse doluşup Sumiyabayar` ın eşi Orhonchimeg`in anne-babasının yaşadığı ger' e gitmek üzere yola çıktık.Yol yok tabii, arazide tekerlek izi bulunca takip ediliyor sadece. Zıplaya zıplaya epey gittikten sonra vardık, birer sütlü- tuzlu Moğol çayı içip tekrar yola koyulduk. Akrabalar için yeni bir ger' in yapılacağı yere gittik. Bütün akrabalar geldi, kimisi zemin kazdı, kimisi ahşap iskelet kurdu, kimisi direkleri boyadı, öteki keçi kesti, çocuklar oynadı, kadınlar hayvanları parçaladı, ben de herkese biraz yardım ettim.


(sakatat temizleme kadın işi :)

Uzun tırnaklı, zarif iki kardeş akşama kadar bağırsak temizledi, işkembe sıyırdı, akciğer doğradı. İkisinin de üç çocuğu var ve jimnastikçi gibi bedenlere sahipler. Zaten Moğolistan` da şişman birine pek rastlamadım.

Bağırsak, mide, dalak, böbrek, ciğer ve tanıyamadığım birçok organla içli dışlı oldum. Orhonchimeg kalan sakatat parçalarını kalın bağırsağın içine doldurdu, bu dolmayı iple bağlayarak kapadı. Tüm et ve sakatatlar ger' deki sobanın kazanında kaynatıldı. Bu arada Sumiyabayar, mide çeperi diye tahmin ettiğim beyaz bir yağ tabakasını hamur gibi kullanarak içine ciğer sardı ve sobanın içine koydu. Ondan bir dilim aldım, şahaneydi.


(Moğol işi hayvan kesimi)

Biraz sonra bir de koyun getirdiler, yetmemiş. Moğolistan`da hayvan kesme yöntemi değişik. Önce karnında kol girecek kadar bir delik açıyorlar, bu esnada nedense hayvanın gıkı çıkmıyor. Sonra Tulga içeri kolunu sokup koyunun ana damarını kopardı, o sırada kısa bir `me` sesi çıktı. Hayvan bu şekilde az acı çekiyormuş.



(oradan bir koyun kap getir evladım)

Sonra akşam kalacağımız ger' e döndük. Oradan da bir koyun yakaladılar, kasabaya götürmek üzere yola çıktık. Yolda lastik patladı, iki tekerleğin arasına taş sıkışmış. Tamire kalkıştılar ama gerekli anahtar yoktu. En yakın ger nerededir diye şöyle bir düşündüler, sonra arazide kaptırdık epey gittik. Bir ger' e vardık, anahtar varmış. Buyur edildik, hemen taze kaymak, ekmek, çay (tabii ki sütlü ve tuzlu) geldi. Moğol çayı şöyle yapılıyor: her ger' in ortasında kurulu sobanın üzerindeki kazana yaklaşık üçte iki süt, üçte bir su konuyor, dallarıyla beraber bir tutam çay atılıyor ve tuz ekleyip kaynatılıyor. Bütün gün bunu içiyorlar. (Aktaranın notu: Yolda kalana yardım etmek, geleni ger' e buyur etmek Moğol bozkırının raconu. Yolda kalanın yardım istemek için araç durdurmasına gerek yok, yoldan geçen biri mutlaka durup bir el atıyor)

Çadırda getirdiğim hediyeleri sundum, tahin, pekmez, badem, kuru üzüm, nazar boncuğu, yemeni, karışık çerez, işlemeli para çantası. Pek sevdiler her şeyi. Bir paket zeytin verdim, genci yaşlısı on beş kişiden biri bile daha önce görmemiş. Evirdiler, çevirdiler, üzerine uzun uzun konuştular, çocuklardan biri korktu, biri dokunmaya çalıştı. Sabah kahvaltıda kazanda haşlanmış sakatatlar vardı, akciğeri tanıdım da diğerlerini tanıyamadım. Şu zeytini açsak da ekmekle yesek dedim, tattılar, meyve mi sebze mi diye sordular, cok garipsediler. Pek sevmediler, oysa bildiğimiz Marmarabirlik extra siyah zeytin canım...


(en hasından ger)

Gece üç kuşak aile hep beraber ger' de uyuduk. Önce Moğol usülü votka içtik, tasa benzer bakır bir bardak gezdiriliyor ve sırayla içiliyor. İlk içen parmağını üç kez içine sokup diline değdirerek tadıyor. Cengiz Han zamanında zehirli olup olmadığını anlamak için böyle tadarlarmış, oradan kalma bir gelenek.