28 Nisan 2010 Çarşamba

Bir bahar akşamı rastladım size Mr.Putin


(Moğol ve Rus bayraklarıyla örülmüş meydan dört baştan :)

Efendim, geçen yıl Mayıs başlarında Vladimir Putin beş saatliğine şehrimizi şereflendirmişti. Bencileyin tembel, o mukaddes günün fotoğraflarını ancak aktarabildiğimden, kendisini anmak ziyaretin- yaklaşık- birinci yıldönümüne denk geldi.

Çok güzel bir gündü, öyle böyle değil. Şöyle ki, apartmanın kapısından çıkar çıkmaz bir tuhaf olmuştum. Etrafta çıt yoktu, değil stereo yayın yapan korna (ve balata) sesleri, insan sesi bile yoktu. Bir an sağır oldum ya da kalan üç gram aklımı da yitirdim sanmıştım, öyle bir sessizlik. Sonra avluda ilerleyip yoldan hiç araba geçmediğini fark edince dank etmişti, o gün Putin' indi.



Yukarıda şehrin ana arteri Barış Bulvarı, normalde neredeyse 7/24 tıkalıdır. Bilumum çeşit (havalı, havasız, asap bozan, sinir zıplatan...) korna sesinin haddi hesabı yoktur. Ama o gün bomboştu işte, heyt, rahat rahat, ezilme tehlikesi atlatmadan, yüzüme bir dikiz aynası darbesi yeme riski yaşamadan karşıya geçmiştim.





Sadece Barış Bulvarı değil, bulvara çıkan, Parlamento' nun yanında yöresinden geçen her yol trafiğe kapatılmıştı. Hepimiz yol kenarına dizilmiş makam arabalarının geçmesini, hatta bir ihtimal Putin' i görmeyi bekliyorduk.



En büyük kalabalık, Parlamento' nun yamacındaki Kültür Sarayı' nın önündeydi. Yol kenarlarına yığıldık, bir nevi "bekleme yaptık" :)).



Parlamento' nun her tarafına, 2-3 metre aralıklarla polisler konuşlanmıştı, bir yerden sonra Parlamento çevresinde yaya trafiğine bile izin vermediler. Sıra sıra polisler, dikile dikile sıkılmışlar mıdır acaba?



Amma uzattım yahu, hasıl- ı kelam, bir dolu simsiyah minibüs ve makam arabası geçti gitti. Millet siyah camlara el salladı, ben daha iyi görmek için kalabalığın arasında zıpladım, heyhat, siyah camlardan başka bir şey görmek nasip kısmet olmadı.

Araçlar geçti, Parlamento' ya girdiler. Bir dolu mevki makam sahibi, siyah giyen adam artık ne müzakere ettiyse etti. Görüşmeler bitip de Putin geri havaalanına ulaşana kadar şehirde hayat durdurulmuştu.

Putin halihazırda önemli bir şahsiyet, önemi bu coğrafyada katlanarak büyüyor haliyle. Beş saatliğine uğradı, "şehre bir film geldi" sanki. Gerçi benim şikayetim yoktu, ne de güzel olmuştu :)). Bunu saymayız, daha sık gelsin, yatıya kalsın, karpuz keselim, kuzu çevirelim ve o arada kafamızı dinleyelim. Ara sıra da olsa trafik olmasın, kornalar (hele de havalı olanlar) çalmasın, hava zaten kirli, bir de gürültü kirliliği olmasın... Eskaza hava da ısındıysa yolda belde rahat yürümenin, sağda solda bitiveren ağaca, çiçeğe bakmanın tadını çıkaralım.

  • Bugün özlenen: Bulaşık makinesi, buradaki yabancı kadınların en büyük özlemi. Bulaşık makinesi pek kullanılmıyor burada, lüks evlerde bile genelde bulunmuyor. Niye acaba? Pek dışarıda yemediğimiz ve dolayısıyla devamlı bulaşık çıkardığımız için kendimi bulaşık makinesi gibi hissetmeye başladım, anti-otomatik, tam- manuel makine :)).
  • Bugün izlenen: Vicky Cristina Barcelona. Bu filmi izlemeyen bir ben kalmıştım herhalde, o yüzden konusundan bahsetmeye lüzum yok. Neymiş, kuş uçmaz, kervan geçmez, hala soğuk, hala gri memleketlerdeyken Akdenizli, hatta yekten denizli, manzaralı, ağaçlı, çiçekli, esintili, yaz akşamlı, uçuşan bir film izlemek ruh sağlığına iyi gelmiyormuş :)).

16 Nisan 2010 Cuma

Ulan Bator' un ihtiyarları bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları...


(trekearth.com- Suhan. Canım insan Göksun, fotoğraftaki adam az çok dedemize benzemiyor mu allasen?)

Ulan Bator hakkında genelde "aman da şöyle renksiz, böyle tozlu" diye yakınıyorum. Zannedilmesin ki burada güzel bir şey yok. Var, çocuklar :)). Tombiş Moğol çocukları hakkında daha önce yazmıştım. Çocuklara ne bakmaya doymak mümkün ne de onları mıncırmaya... :)). Ama tek güzel şey çocuklar değil, yaşlılar da ayrı güzel. Anafikir, çocuklar güzel, yaşlılar güzel, ara yaştakiler için no comment :)).


(trekearth.com- Larson)

Efendim, öncelikle yaşlılar çok güzel giyiniyorlar. Çoğu geleneksel kıyafet del giydiğinden, parlak kumaşlar sayesinde rengarenk bir görüntü yaratıyorlar. Ben de burada renk delisi oldum çıktım :). Del' lerin desenleri, renkleri farklı. Bazı kadınlar del' le birlikte başlarına renkli eşarplar bağlıyor, bazı adamlar fötr şapka, bazısı kovboy şapkası takıyor. Şehrin yeknesak renklerinin ve şehir sakinlerinin (dünyanın birçok yerinde olduğu gibi) bir örnek kıyafetlerinin arasında kendi estetiklerini yaratıyorlar.


(flickr.com- Mielamundi)

(trekearth.com- Rinie Hoff)

Sonra sonra, yaşlıların yüzleri Moğolistan' ı anlatıyor. Yılın 300 küsür gününün güneşli geçtiğini, bozkır güneşinin yakıp kavurduğunu söylüyor. İklim hem çok soğuk hem çok kurak, bu sebeptendir ki yüz çizgileri derinden gider diyor. Ama bozkır insanıyım, azla yetinmeyi, doğayla mücadele etsem de nihayetinde ona baş eğmeyi ve koşullarına uymayı bilirim, yüzümdeki yumuşak ifade ondandır diye ekliyor.


(travelblog.org- Gesine Cheung)

İşte Moğol yaşlıların en güzel yanları da bu, daha yumuşak, daha gülümseyerek bakıyorlar. "İtiraz etme bana, dalarım sana" diye bakan, yolda belde sağı solu ite kaka yürüyen, "bu yabancı da ne ola ki" tavrındaki asabi görünümlü genç ve orta yaşlılardan sonra Moğol yaşlılara yol sormak, selamlarını almak ya da sadece yüzlerine bakmak bile insana iyi geliyor. Açıkçası, bu şehirde kendimi dünyanın çok değişik bir yerinde yaşadığımı hissettiren en önemli (belki de tek) şey yaşlılar ve yüzleri. Komünist mimariyle şekillenmiş bir şehrin üstüne kapitalizm saldırmış, Sovyetik blokların dibinde kuntin plazalar türemiş, eski sinemalar banka olmuş... Bu şehrin en değişmemiş, el değmemiş öğesi olarak yaşlılar kalmış.



Bu kaydı, cesaret edip fotoğrafını çekme izni sorduğum amcayla bitireyim. Moğol- Türk Dostluk Parkı' nın açılışını en merakla izleyen kişiydi :)). Millet açılışı izlerken ben de onu izliyordum. Epey bir etrafından dolandıktan sonra fotoğraf makinemi göstermiştim, gülerek onaylamıştı.Fotoğraf çekilmekle genelde bir problemleri yok gibi, ben de niye o kadar çekindiysem...

  • Bugün özlenen: Beni Türk kuaförlerine emanet ediniz... Burada kuaförlük zanaatının seviyesi pek parlak değil, bir de dil problemi olunca memleketteki "canım sıkıldı aman fön çektireyim, ay kırık aldırayım" gibi şeyler özlenir oluyor tabi :). Kurtuluş kuaför kaynıyordu yahu, kıymetini bilememişim. Şimdiki aklım olsa habire fön çektirir, sık sık da saç modeli değiştirirdim. Pırasa kafaya döndüm burada :).
  • Bugün izlenen: Public Enemies. Epeydir büyük prodüksiyon izlememiştik. Dönem filmi yapıyorum diyenlerin izlemesi gereken bir film. Ama biraz fazla karanlık kalmış, ışık yok mu yahu? Bir de kim kimdir, kim kimin adamıdır, kafa karıştırıyor. Johnny Depp 1930' ların meşhuuur banka soyguncusu Dillinger rolünde ama rolü iyi yazılmamış sanki, bir soyguncunun hayatından bir kesit olarak kalmış. Film daha kısa, daha derli toplu olsa, karanlıkta koşturanlardan o kimdi, bu kimdi diye kafa patlatmak yerine daha iyi yazılmış karakterleri izlesek ve ben bu entel cümlelere bir son versem...:))

5 Nisan 2010 Pazartesi

Moğolca' ya giriş 101



Moğolca dünyada 5,7 milyon kişi tarafından konuşulan bir dil. Moğolistan, Çin' in özerk bir bölgesi olan İç Moğolistan ve az biraz Rusya' da konuşulmakta. Afganistan' da da Cengiz Han' ın fetihlerinden sonra orada kalan Moğol kökenli etnik gruplar var ama dilleri ne kadar Moğolca, ne kadar değil bilemeyeceğim.

Moğolistan, Adriyatik' ten Çin Seddi' ne Türkçe konuşarak giderken durup sözlük molası verilecek bir ülke. Türkçe ve Moğolca aynı dil ailesinden gelse de, yapıları, söz dizimleri çok benzer olsa da sözcükler farklı. Burada sadece Türkçe konuşarak dert anlatmak ya da Moğolca söyleneni anlamak pek mümkün değil. Gerçi burada satıcılarla pek dil problemi yaşamıyorum, hepimizin pratik bozkır insanı olması sayesinde el kol hareketleri, mimikler ve ses tonuyla, onlar Moğolca ben Türkçe anlaşıyoruz. Herkes herkesi nefis anlıyor :)). Hu huu, Fransızlar, bakın burada insanlar yabancıları anlıyor!

Anlaşmak filan tamam da bir de Kiril Alfabesi gerçeği var. Yukarıdaki resimde "Enkhtaivni Urgun Çuluu" yazıyor. Kendisi Ulan Bator' un ana arteri ve de evimizin bulunduğu bulvar olmakta, Barış Bulvarı. Bu yaşımızdan sonra okuyamaz olduk, cahil cühela kaldık bozkır ayazında :)).


(static.panoramio.com)

Moğolca da sağolsun Türkçe gibi, yazıldığı gibi okunur dense de burada da yutulan harfler, değişen okunuşlar var. Örneğin, cennet vatanımda kimsenin uzun uzun "geleceğim, gideceğim" demediği gibi Moğolca' da da ikinci hecedeki "a" harfi yutulup "ı" oluyor. Yukarıda Merkez Postane, Moğolca "Tuv Şuudan" yazılıp "Tuv Şuudın" okunuyor. Bizim ev postanenin karşısında olduğundan ilk öğrendiğimiz yer idi kendisi. Bu "a" harfi meselesini de "Tuv şuudan dediğimizde taksiciler bize niye gülüyor acaba?" diye diye çözmüştük :).

Türkçe- Moğolca çok ortak sözcük var ama bunlar pek de günlük kullanımlık sayılmaz. Arslan, ulus, altın, yara, çiçek... Çarşıda pazarda işe yaramaz ki bunlar...

Moğolca sözcük demişken, birkaç örnek:

Tiim: evet
Ugui: hayır
Dza: tamam (joker bir sözcük, her yere giriyor, her yere uyuyor)
Sain bain uu: Sen ben oo diye okunuyor, merhaba/ iyi misin?
Bayarlalaa: Bayırtla okunuyor, teşekkürler
Zuger: Bir şey değil
Bayırte: Bay bay, teşekkürle çok karıştırılıyor :)
Mitku: anlamı "bilmiyorum" (çok karşılaştığım bir sözcük :)
Bain uu/ bega: var
Bahko: yok (en çok karşılaştığım sözcük :)

Surguul: okul
İkh surguul: büyük okul, yani üniversite :)
Delguur: Mağaza, dükkan
İkh delguur: Büyük mağaza, yani alışveriş merkezi :)
Şar: Sarı
Ayrag: Kımız
Şar ayrag: Sarı kımız, yani bira :)

Böyle hoşlukları olan, naif bir dil :). Anladığım kadarıyla şahıs eki, fiil çekimi gibi problemleri de yok, ben turist, sen turist, biz turist ya da ben yürüyor, sen yürüyor... diye gidiyor. Fransızlar görse de ders alsa :)).


(caccp.freedomsherald.org)

Efendim bu da eski Moğol yazısı. Cengiz Han' ın emriyle, Uygur alfabesi bir Uygur katip tarafından Moğolca' ya adapte edilmiş. Bugün İç Moğolistan bu alfabeyi, Moğolistan ise 1946' dan beri Kiril' i kullanıyor. Eski alfabe daha estetik ama Kiril buna nazaran daha anlaşılır, buna da şükür :).

Moğolca' nın tınısına gelirsem, ilk duyduğumda Rusça' ya çok benzetmiştim, toyluk günlerim işte :). Oysa çok farklı, "fıstıkçı Şahap"ların, "çifthasekipaşa"ların patladığı, gırtlaktan gelen kh' lerin fink attığı bir dil.

Enteresan olan, Moğolca' da birçok yabancı dildeki ses bulunmaktaymış. Bu da Moğollar' ın yabancı dil telaffuzundaki başarılarını açıklıyor. Hadi Türkçe' yi geçtim, aynı dil ailesi filan derken anlaşılabilir. Telefonda karşınızdakinin yabancı olduğunu fark etmeyeceğiniz kadar iyi Türkçe konuşan Moğollar var. Ama Almanca, Fransızca, İngilizce vs. telaffuzunda da epey iyiler. Rusça zaten belli bir yaş üstünün ana dili gibi. Dile yetenekliler mirim :).


(wikipedia.org)

Fotoğraftaki Byambyn Rinchen. Moğolistan' ın en büyük dilbilimcisi. 1905-1977 yılları arasında yaşamış. Bu kadar dil de dil dediktan sonra onu da anmak gerek. Merkez Kütüphane' nin önünde güzel bir heykeli var. Rusça, Çekçe, Fransızca, İngilizce, Almanca ve Esperanto' yu çok iyi bilen Rinchen, Gorki, Maupassant gibi isimlerle birlikte bir başka büyüğü, Nazım Hikmet' i Moğolca' ya çeviren kişi. Hiç Moğolca Nazım şiiri duymamıştım, ilk fırsatta bunun peşine düşmek lazım.

Son olarak, Moğolca konuşulurken kulağa yumuşak gelen bir dil sayılmaz. Sert sessizlerin, kalın seslilerin ve kh' ların çok kullanıldığı, Moğol kardeşlerimizin sert bozkır kişiliği sonucu sert sert konuşulan bir dil. Ama şarkı söylenirken çok başka bir hale geliyor. Yumuşak, doğaya karşı uzun uzun söylenen, akıp giden bir dil oluveriyor. Çok acaip... Buyrun, sizi alemin kralı, Moğolistan' ın Tarkan'ı Javhlan' ın bir klibiyle başbaşa bırakayım.




  • Bugün özlenen:Renkli, civcivli bir caddede yürümek, sağa sola bakmak, için açılması, insanda "dışarı çıkmak" dürtüsünün hasıl olması
  • Bugün izlenen: Die Höhle des Gelben Hundes. Türkçe' ye Sarı Köpeğin Yuvası diye çevrilmiş. Almanya' da yaşayan Moğol yönetmen Byambasuren Davaa' nın filmi. Göçebe bir Moğol ailesinin kızı, yavru bir köpek bulur ve onu eve getirir. Babası köpeğin koyunlara zarar vermesinden korkar, yollanmasını ister. Ama kız çaktırmadan köpeği saklamak için kırk takla atar. Küçük kız sürü güder, daha da küçük kardeşleri oynar, koşuşturur, anneleri bir dakika boş durmadan hem çalışıp hem de hepsini inanılmaz bir sevgi ve sabırla idare eder, baba kurdun öldürdüğü koyunların postlarını satmak için şehre gider. Sohbetlerden çocukların eğitimine dair kaygı, şehre göç, yaklaşan seçimler gibi konuları da öğreniriz ufaktan. Göç zamanı gelir, ger toplanır, küçük kervan yola düşer. Filmdeki aile gerçek bir göçebe ailesi, oyuncu yok, her şey çok doğal. Aksiyon yok ama sıkılmak da yok, çok güzel bir film.