31 Aralık 2009 Perşembe

Ulan Bator' da parti zamanı



Yeni yılın gelişi, dünya üzerinde çok az yerde buradaki kadar şaşaa ile kutlanıyor olsa gerek. Sanırsınız ki 1 Ocak' ın yılın ilk günü olduğuna burada karar verilmiş, miladi takvimi dünyaya Moğollar hediye etmiş vs. Aralık ayı acaip hareketli ve renkli geçiyor.

Aralık ayı dendi mi partiler başlıyor. Bilumum kurum ve kuruluş parti veriyor, bu partilerdeki ambians da yaşanmadan anlatılmaz cinsten. Beyler smokinli, hanımlar ise abiye saç ve kıyafet olayının dibine vurmuş. İşe gider gibi giyinip gittiğim bir iki partide fena halde kontrpiyede kalmışlığım var. Masalarda bildiğiniz ve bilmediğiniz bir dolu içki var, viskisinden konyağına, şarabından votkasına, en lüks markalar... İçkinin su gibi akması deyiminin ne demek olduğunu burada anladım :)). Millet Aralık ayı boyunca yeme, içme, dans etme ve sarhoş olma halinde :)).



Şehrin ana meydanına (Sukhbaatar meydanı) 31 Aralık' tan günler önce dev bir yılbaşı çamı kuruluyor. Bütün restoran , mağaza vs. mekanlar süsleniyor, görevliler ortalıkta Noel Baba şapkasıyla geziyor. Hatta az önce TV' de sunucunun da Noel Baba şapkalı olduğunu gördüm :).

Her yerde iki şarkı çalınıyor: "We wish you a merry Christmas, we wish you merry Christmas and happy new year" ve de "Last Christmas I gave you my heart and the very next day you gave it away". Üçüncü bir şarkı yok, varsa da ancak "Jingle bells jingle bells" tir :)).



Bir de havai fişek çılgınlığı var. Bir ay boyunca her gece patır patır, her yer havai fişek. Öyle ki, gece bir buçukta bir patırtıyla yataktan fırlayabilirsiniz, burası Ulan Bator, yok öyle... Her an, her yerde havai fişek patlayabilir :)).

Geçen yılbaşı gecesi biz de meydandaydık. Meydan Paris' ten çok daha coşkuluydu. Eksi bilmemkaç derece hava nedeniyle hıncahınç değildi elbet . Ama kalabalık her şey demek değilmiş :). Gerçi biraz da tehlikeli bir ortamdı, dibimizde havai fişek patlatan mı istersiniz, yerdeki votka şişesi kırıkları üzerinden mi sekersiniz...

Tüm bu coşkunun, kökleri ülkenin siyasi tarihine uzanan (ehemm :) bir nedeni var. Efendim, ülke komünist rejimle yönetilirken her türlü dini, geleneksel bayram, kutlama yasakmış. İnsanlar bunları saklı gizli kutlarmış. İzin verilen tek kutlama yılbaşı imiş. Durum böyle olunca millet de kutlama güdüsünü yılbaşı ile giderir olmuş. Ondan sonra gelsin partiler, gitsin içkiler :)).

Son olarak, bu memlekette "yılbaşı mania"sının en güzide örneğine değinmek isterim. Trafik polisleri Noel Baba kılığındaydı. Hatta şehrin en işlek kavşağındaki Noel Baba polisin durduğu platformun etrafında, yine Noel Baba bir dizi polis, çember halinde, ellerinde trafiği yönettikleri aletle koşarak gösteri yapıyorlardı :)). Yanımda fotoğraf makinesi olmadığına çok yandım. Burası renksiz bir şehir ama bu renksizliğin içinde bile aniden çok acaip, hatta anormal renkler ve tonları çıkabiliyor.

Yılbaşının en coşkuyla kutlandığı, gri ve soğuk memleketten herkese, coşkulu, renkli ve sıcak bir yeni yıl diliyorum :)).

  • Bugün özlenen: Çok tuhaf, eski şirketimin yılbaşı yemeklerini özledim. Moğollar' ın su gibi içmesinden bahsedince çağrışım mı yaptı acep :). Alkol almakla Asyalılık arasında doğru orantı mı var ne...:))
  • Bugün izlenen: The Hangover. Bekarlığa veda partisi için Las Vegas' a giden ve başlarına gelmedik kalmayan bir damat, iki kankası ve kayınbiraderinin hikayesi. Bir gece ne kadar içilebilir, o gece yapılanlar ne kadar hatırlanmaz, olaylar nasıl karmaşıklaşıp absürdleşebilir üzerine bir komedi. Bonusu Mike Tyson :)).

21 Aralık 2009 Pazartesi

Moğol işi "araba sevdası"



Ulan Bator keşmekeş trafiği ve çılgın şoförleriyle meşhur olabilir. Lakin bu adrenalinsever şoförlerin bindiği araçlar da bu şöhretten pay almalı.

Malum, Moğolistan "outdoor" bir ülke, sağa dön step, sola dön dağ, tepe, düz git nehri aş, dön dolaş... Dolayısıyla buralarda cip nüfusu epey kalabalık. Çoğu da öyle "şehir içi takılayım" ciplerden değil hani, enine boyuna araçlar. Enteresan olan bu ciplerin lükslüğü. İstanbul' da bir Bağdat Caddesi olsun, bir Etiler olsun, oralarda olmayan model ve markalar fink atıyor burada. Hele bir de Hummer fenomeni var ki, öyle böyle değil. Bazen oturduğumuz mekandan dışarı bakıp Hummer saymaca oynuyoruz :)).



Kafa karıştıran bu kadar lüks araca kimin bindiği. Kişi başına gelirin Türkiye'ninkinin dörtte biri olduğu bir ülkede, bu lüksün keyfini kimler sürüyor acaba... Ortalama araç epey az, ya döküntü şeyler ya da lüks cipler dolaşıyor ortalıkta. Ülke ekonomisinde iyi kötü dönen bir para var ama bu dönüşün akışı hangi değirmenlere, o ayrı...



Burası da bizim apartmanın avlusu. Gündüz vakti otopark görevi gördüğünden oto galeriye dönüyor. Bizim ev en üstte, sağdan üçüncü pencere (uzun pencere hariç).



Buraya ilk geldiğimizde araçların döküntülüğü karşısında afallamıştım. Hangi araba yol ortasında dağılıverecek diye bekliyordum. Buradaki araçların yarısından - çok- fazlası, cevval Türk karayolları tarafından bağlanır (gerçi sonradan yeni trafik düzenlemesi yapıldı, döküntü araçların bir kısmı bağlanmış, artık durum sanki daha iyice). Kore, Japonya ve Hong Kong' daki bilmemkaçıncı el araçlar için Moğolistan mümbit bir pazar. Hong Kong etkisiyle direksiyon yeri karma takılıyor :). Trafik bizdeki gibi sağdan akmasına rağmen direksiyonların bazısı sağda, bazısı solda.

Yukarıdaki araç, Moğol sürücülerin en çok tercih ettiği model ve renge bir örnek. Farklı markalarda olsa da beyaz, uzun ve geniş araçları pek seviyorlar.



Araçların durumu bir yana, dış ve içlerini de kendilerince dekore ediyor Moğollar. Dışına çıkartmalar, yanar döner aksesuarlar, sis lambaları vs. konduruyorlar. İç mekanlar ayrı alem, perde takan da var, dantel örten, kilim seren de. Burada yolda elinizi kaldırdığınızda tüm araçlar (cipler ve diplomatik araçlar hariç) taksi olarak emrinize amade, taksi gerektiğinde büyük kolaylık, araçların içini oradan biliyorum :)).

Ama asıl dikkat çeken, tuhaf renkli Hyundai çokluğu. Rengarenk, oyuncak hissi veren renklerde Hyundai' ler dolanıyor. Başka yerde var mı, bilmiyorum, Hyundai bu renkte araçları niye üretip nereye satıyor, onu da bilmiyorum. Ama şehir fuşya, parlak pembe, bonibon sarısı gibi renklerde arabalarla dolu. Aşağıdaki (ve üstteki) fotoğraflarda renklerin acaipliği çok belli olmayabilir, yakın vadedeki hedefim fuşya Hyundai' yi tenhada kıstırıp belgelemek :)).






  • Bugün özlenen: Her ne kadar Adana' dan sucuk, İzmir' den tulum peynirini yeni teslim almış; markette bizim taş fırın ekmeğine benzer Alman ekmeği bulmuş olsak da memleketimin kahvaltı sofralarını ve kahvaltıdan sonra yayılıp gazete okumayı özledim (gazeteyi internetten okumak nereye kadar, gazete hışırtısı canmış :).
  • Bugün izlenen: Bienvenue Chez les Ch' tis. Bu film gösterimdeyken Fransa' da yer yerinden oynamıştı (ben Paris' teyken, ehemm :)). Fransa' nın en güneyinden en kuzeyine tayini çıkan bir posta müdürünün hikayesi. Kuzey Fransa pek makbul bir yer değil, soğuk, işsizlik, acaip bir şive vs. Neyse, müdür çok korkarak gider, eşini götürmez filan. Ama orada çok güzel insanlarla karşılaşır, dostluklar kurar. Onun hayatı güzelleşirken oradaki arkadaşlarının da hayatı iyiye gider. Süper değilse de sevimli bir komedi, insan hafifliyor. Bir de samimi bir film, samimiyeti de filmi yazan, yöneten ve filmde önemli bir rolde oynayan Dany Boon' un oralı olması. Filmi de annesine ve memleketine adamış zaten.

17 Aralık 2009 Perşembe

Ulan Bator' da her şey birdenbire oluyor



... her şey birdenbire oldu;
birdenbire tütmeye başladı duman topraktan;
filiz birdenbire oldu, tomurcuk birdenbire.
yemiş birdenbire oldu.

(Orhan Veli)

Hava bugün -24 derece (gece kaç derece olacak, merak etmiyorum). Bir de bugünlerde kömürden kapkara. Nefes alırken soğuğun ve kömürün burnumdan girip damarlarımdan tüm vücuduma dağıldığını hissedebiliyorum. Burnum soğuktan düştü düşecek zaten, yanakları ancak kapatıyorsun, yüzler, kaşlar, kirpikler buz tutmuş. Af buyurun, eşek ölüsü ağırlığındaki Moğol işi paltom incecik yağmurlukmuş, kar botlarım babet, deve tüyü çoraplarım naylonmuş gibi. Dışarı adım attığın an hava sana "halt yeme, evinde otur, burada ısıtma sistemini döşeyen Sovyetler' in ruhuna Fatiha oku" diyor. Isınma cihetinde komünizm güzel şeymiş vesselam :)).



Neyse, geçeyim bunları. Buraya da bahar geliyor bazı bazı. Ben de bu aralar o günlerin hayaliyle yaşıyorum :)). Hem de çok acaip bir bahar geliyor. Bir gün bakıyorsun her yer gri ve tonları, ertesi gün bakıyorsun yeşile durmuş. Çok acaip. Mayıs ayında ilk yağmur damlasıyla şehir bir gecede yeşilleniyor. Öyle ay tomurcuklar açtı, filizler çıktı, yapraklar başlarını uzattı değil; pat diye yeşeriveriyor etraf. Bozkırın insanı güçlü denir ya, bitkisi de güçlü. Ölmüyor, uykuya yatıyor, dürtünce de ayağa fırlayıveriyor. Nazlanma yok :)).



Yeşili görünce şaşırıyorsun, hep bu bozlukta yaşıyormuşsun da renkleri ilk defa görüyormuşsun gibi. Renksizliğe ve hareketsizliğe alışmışsın, farkında olmadan gözün de zihnin de bezmiş. Kışın (burada yılın yarısından çok fazlasına tekabül eden bir mevsim) dallarla binalar, yollarla duvarlar aynı renk. Ama ilk yağmurda şehir kabuk değiştiriyor, yeşilin, ağacın, çiçeğin, börtü böceğin, kuşun, kelebeğin değerini daha iyi anlıyorsun. Neyse ki hava genelde güneşli, bir de güneş olmasa n'olurdu bilmem. Rabbim bir yerden aldığını bir yerden veriyor işte, müreffehler şahı İskandinavya yöresi bir damla güneşe hasretken biz burada günlük güneşlik ayazistan krallığındayız :)).



Yukarıdaki, Türk Büyükelçiliği' nin yazlık görünüşü. Aşağıdaki de kışlığı. Bir nevi öncesi/ sonrası :). Burada her şey birdenbire oluyor...




  • Bugün özlenen: Sokak kedileri. Burada sokak köpeği çok da kedi yok. "Filanca yerde dolanan bir kedi gördüm" denecek kadar az sayıdalar. Moğollar kediden klinik ölçüde hazzetmiyor, uğursuz, nankör hayvan vs. muhabbeti. Peki ama nerede bu kediler? Üçü bizim apartmanın önündeki dev çöp çukurunda, yemek artıklarını onlara veriyoruz, hatta bazen onlara kalsın diye özellikle yemek artırıyoruz. Çok yabaniler. Nerede İstanbul' un her delikten çıkıp insanoğluna tınmayan cool kedileri... Kurtuluş' un sokakları, araba altları üstleri, pencere girintileri, kapı oyuntuları, her yeri kedi kaynardı. Gerçi Kurtuluş' un evleri de sokak kedisi besleyen teyze kaynardı :)).
  • Bugün izlenen: Spanglish. Adam Sandler ile fıstık bir Latin (Paz Vega) başrolde. Efendim, kocası terk edince Paz Hanım kızını alıp Meksika' dan ABD' ye taşınır, ekmek parası. Kızını okutabilmek için, nevrotik Tea Leoni ile nevrotik karısından ve hayattan bezmiş ünlü aşçı Adam Sandler' ın evinde hizmetçiliğe başlar. Evin hanımı ve beyi, Paz ve kızına yaklaşmaya, iyilik yapmaya çalıştıkça Paz daha da takıntılanır, kızını Amerikalı değer ve yaşayıştan uzak tutmaya çalışır. İki arada bir derede kalır. O esnada evin hanımının nevrotikliği artmakta, evin beyinin gözü de hizmetçiye kaymaktadır. Hafif bir dram, süresi durağanlığına göre fazla uzun. İki saat yerine 80-90 dakikaya pek ala sığdırılabilirdi. Hadise Meksikalı kadının kızı gözünden anlatılıyor, enteresan birkaç sahne var.