30 Haziran 2009 Salı

Moğol şoförü hangi duygunun insanıdır?



(aquaballoon.net)

İstanbul' un trafiği keşmekeş, şoförünün sağı solu belli olmaz, çok fena çok... zannederdim. Türk şoförünün İstanbul' da kaosun içindeki düzene eriştiğini, o asil duyguyu buraya gelince anladım.

Lonely Planet' a göre Ulan Bator' da yapılacak en tehlikeli şey caddede karşıya geçmek. Doğrudur, altına imzamı atarım :)). Yabancıların (Avrupa, Amerika, Türkiye ve çok dahası) Moğol şoförlere dair ortak kanısı, ata biner gibi araba kullandıkları yönünde (bu arada yaklaşık on yıl önce, Ulan Bator yollarında araç ve at sayısı neredeyse eşitmiş). Trafikte yapmayacakları şey yok, en sağdan gelip, ilerleyip, akan trafiğin ortasında durup ani ve yayvan bir U dönüşüyle 50 m. geride kalan sol sapağa uçarlar. İstanbul' daki taksi şoförlerinin pek maharetli olduğu, arabanın başını boş bulduğu yere sokma işini hiç sağa sola bakmadan, patada kütede yaparlar. Şehir efsanesi midir bilmem ama itiraz edeni de evire çevire döverler :)).


(flickr.com- Aaverage Joe)

Tüm caddeler geliş- gidiş ve trafik ışığı sadece bir yöne hitap ediyor. Şöyle ki, karşıya geçmek için, nizami şekilde kaldırımda bekliyorsunuz. Yayaya yeşil yanınca saf saf caddeye iniyorsunuz. Oysa o yeşil sadece yolun yarısına, misal, sadece geliş yönündeki yayaya yanmakta. Caddenin diğer yarısı gidişe ayrılmış, menzil caddenin ortasına kadar. Ortada kalakalıyorsunuz, hiçbirinde refüj de yok. Bir Allah' ın kulu da yayaya yol vermiyor, yayanın hasta, yaşlı, çocuk vs. olmasının en ufak bir önemi yok. "O gelen araba uzakta, hem de beni görünce nasıl olsa durur" yanılgısıyla yola çıkıp, arabanın bile isteye dokundurduğu yayalar gördü bu gözler :)).


(picasaweb- Demir)

Arabalar üstünüze üstünüze geliyor, hele otobüs şoförleri üzerinize gelirken gazı ve kornayı köklemekten anlaşılmaz bir zevk alıyor. O esnada yolun diğer yarısında da arabalara yeşil yanınca orta yerde kalakalıyorsunuz. Önünüzden arkanızdan vızır vızır arabalar geçer, biraz ötenizdeki kasis ya da çukurda size doğru direksiyon kırar ve kesinlikle yol vermezken hayatın anlamına ulaşıyorsunuz :). Tek şansınız hem gelişte hem gidişte trafiğin tıkanması, ki bu karşıya ulaşmak için en doğru zaman. Bir de caddeyi geçmek isteyen bir yaya grubunun oluşması beklenebilir, bu grup geçiş için hamle ettiğinde arasına karışılıp ilerlenebilir. Yaşasın kolektivizm :)).



(panoramio.com)

Yolların yetersizliği ayrı problem. Bir İstanbul simülasyonu olarak düşünülebilir, trafikte yolların kaldırabileceğinin bilmem kaç katı araç var. Artısı (belki de kısmen aynısı :), yollar engebeli, arabaların çoğu eski, sürücülerin kanı deli deli :)). Olsun, yine de yurdum minibüs şoförleri bile Moğol sürücüler yanında Kraliçe Elizabeth' in makam şoförü gibi kalıyor. Sürücüyseniz her an, herhangi bir tarafınızdaki herhangi bir aracın direksiyonu önünüze kırılabilir. Şoför yorulmuşsa, kaldırımdan epey uzak, yol ortası denebilecek bir noktada park edip uyuyabilir. Yayaysanız bilgisayar oyunlarında vurulup puan kazanılan bir yaratıksınız sadece, sağınıza solunuza bir araba tamponu "dokunabilir". Yaya için kaldırımda olmak da güvence değil, sürücü kaldırımı yalayıp geçmek isteyebilir. Kaldırımın kenarında durmayın, sağ dikiz aynası çarpabilir :).

Trafik, araç vs. demişken, burada arabaların çoğu, bu macerasever sürücülük anlayışından olsa gerek, hareket eden ama her an dağılabilirmiş hissi veren metal yığını. Ama bunun yanında envai çeşit ve marka cip de var. Çelişki her yerde mirim :)). Bir dahakine de bunu yazayım.

  • Bugün izlenen: Easy Virtue. Birinci Dünya Savaşı sonrası bir ara, Amerikalı araba yarışçısı (ve fıstık) kadın Jessica Biel, zürefanın düşkünü İngiliz ailenin salak oğluna aşık olur, evlenir (yazık Jessica' ya). Kaynana Kristin Scott Thomas bu durumdan fevkalade rahatsız olur, gelinle uğraşmaya başlar, kaşı gözü oynar. Kocası da hayattan bezmiş Colin Firth' tir. Olaylar İngiliz konağında, çayırında, bayırında gelişir. Jessica bacı çok güzel, Kristin teyze çok başarılı, Colin birader de depresif, bezgin baba rolünde bir tuhaf durmuş. Şöyle böyle.
  • Bugün özlenen: Pakette et ve tavuk satılsa. Paketlerin üstünde paketleme ve son kullanım tarihi yazsa. Misal tavuğun paket tarihi geçen Nisan olmasa. Bir aydır markete gidip Nisan tarihli aynı tavuk paketlerini görmekten sıkıldım.

23 Haziran 2009 Salı

Orada bir ger mahallesi var yakında



(flickr.com - Gnome Sydney)

Ulan Bator havasıyla, suyuyla, gezilecek görülecek yerleriyle değil de soğuğu, hava kirliliği ve çadır mahalleleriyle anılan bir şehir. Burada çadır diyen yok, onun adı ger. Rusça' sı (ve aslında Türkçe' si) "yurt" ama "ger" demekte fayda var. Moğollar terimler konusunda, daha birçok şeyde olduğu gibi, epey milliyetçiler.

Öncelikle, biz buraya gelmeden önce, State Department Store' un bir katı çadır bezine ayrılmış gibi bir şeyler duymuştuk. Yok öyle bir şey, varsa da kenarında köşesinde vardır. Burada alışveriş mekanı gezmekten (aslında yekten dışarıda gezmekten) hoşlanmadığımdan çadır bezi şehir merkezinde satılan bir şey mi bilmiyorum.


(flickr.com - Ben M 11)

Neyse, uçak Ulan Bator' a alçalırken bozkırda serpiştirilmiş gerlerden sonra ilk gördüklerimiz, havalanını şehre bağlayan yol üzerindeydi. Bu mahallelerde sadece ger olmasını beklerken ahşap evlerin çoğunlukta olduğunu görmek şaşırtıcı olmuştu.


(trekearth.com - ChrisJ )

Ahşap evlerle içiçe gerlerden oluşan bu mahalleler genelde tahta perdelerle çevrelenmiş. Bu perdelerle sadece yaşam alanını mı belirliyor, şehirle mahalle arasına sınır mı koyuyor bilemeyeceğim. Bu mahallelerle şehir hayatı arasında bir kopuş, sınır yok. Buranın sakinleri sabah gerlerinden çıkıyor, belediye otobüslerine binip işlerine gidiyor, akşam da buralara dönüyorlar.


(flickr.com - Tomchik)

Yukarıdaki fotoğraf sanırım İkh Toiruu (büyük çevreyolu) kenarından. Çevreyolu dedim de uzak sanılmasın, merkezden herhangi bir yerden çıkıp 15 dakika yürüme mesafesi.

Ger kültürü Moğollar' ı anlamak için büyük önem arz ediyor. Günlük şehir hayatında apartmanda yaşayarak, toplu taşıma kullanarak vs. içselleştirdiğimiz birçok şey, edindiğimiz davranış kalıpları, ger hayatına alışık bünyeler için pek bir anlam ifade etmiyor. Gecenin köründe gürültü yapmamak, bir yerde sıraya girmek, trafikte yol vermek, bir mekanda kapıyı tutmak (Türkiye' deki şehir hayatı için biraz iyimserim sanırım :) ve aklıma gelmeyen daha birçok toplu yaşam kalıbı, bozkırın ortasında izole yaşamlardan gelen Moğollar için yeni.

Buna karşılık gerlerin içinde kendilerine özgü bir "toplu yaşamları" var. Herkesin aynı gerde bir arada yaşamasından mütevellit mahrem kavramı pek yok. Örneğin birçok mağaza ve alışveriş merkezinde kıyafet denemek için kabin yok. Herkes, hatta kadınlar bluzdu, pantolondu uluorta deniyor. Kadın, erkek, yaşlı, çocuk, herkes rahat rahat bir arada yaşıyor.

Neyse, şehre döneyim. Çetin kışlarda hayvanlarını kaybeden köylüler şehre akın ediyor. Bu nedenle ger mahalleleri giderek büyüyor. Moğolistan nüfusunun yaklaşık yarısının başkentte yaşadığı düşünülürse, şehre akının boyutları daha iyi anlaşılır. Ulan Bator' un nüfusu 1,2 milyon, bunların da yarısı ger mahallelerinde yaşıyor. Ülkenin ikinci büyük şehri Erdenet' in nüfusu ise hepi topu 75 bin. Başkentteki şiddet olaylarına bakıldığında da suçluların en çok (yeraltında ısıtma borularının yanında yaşayanlarla birlikte) ger mahallelerinden çıktığı görülüyor.

Şehrin muazzam ısıtma sisteminin dışında kalan bu mahallelerin sakinleri, kışın ısınmak için lastik, çöp vs. yakarak şehrin kelimeler kifayetsiz hava kirliliğinde büyük pay alıyor.

Bozkırın ortasında güzellik oluşturan gerler şehre yaklaşınca varoş haline geliyor. Sanırım her şey yerinde güzel. Gerlerin kurulması ve içi de başka bir kaydın konusu olsun.

Demem o ki, Moğolistan toplu konut üstadı Türk müteahhitlerini bekliyor :)).

  • Bugün özlenen: Tişört, etek, açık ayakkabı vs. giymek, havanın gerçekten yaz havası olması
  • Bugün izlenen: Role Models. Film, 35 yaş bunalımında bir adamla laylaylom arkadaşının, yaptıkları kaza sonucunda mahkemece sosyal hizmet cezasına çarptırılmalarıyla başlıyor. Sorumsuzun önde gideni bu iki adam, problemli iki çocuğa gözetmenlik benzeri bir şey yapmak zorunda kalıyorlar. Çok eğlenceli, özellikle ağzıbozuk zenci bir ufaklık var, oskar moskar ne varsa verilmeli çocuğa, akıllara zarar :)). Bir de Two and a Half Men' de Charlie Harper' ın psikologunu canlandıran Jane Lynch var, çocuk merkezinin feleğin çemberinden geçmiş, ağır abla müdürü, kendisinin hastasıyım :).

16 Haziran 2009 Salı

Ulan Bator' un sokakları, alır gider akılları


(ana arter Barış Bulvarı)

Daha önce bir şehri "şehir" yapan nedir, hiç düşünmemiştim. Gerçi şimdi düşündüm de n'oldu, hala bilmiyorum ama olsun. Nedir, şehirde büyük büyük binalar vardır, bir dolu taşıt vardır, trafik akıp ya da akmayıp gider, gürültü, toz vardır, sinema, tiyatro vardır, var oğlu vardır. Bunların hepsi Ulan Bator' da da var ama ben buraya pek şehir diyemiyorum. Daha çok binalar yığını. Nasıl anlatsam, nereden başlasam (ah şimdi Bodrum' da olsam) şehir olmaya dair pek bir doku yok burada. Bir "rengi", dokusu yok ama kokusu var o ayrı :)). Şurası gece hayatı bölgesi, burası park bahçe bölgesi, entel dantel bölge, tarihi yarımada (ah şimdi Sultanahmet' te olsam) gibi yerler yok (abartmayayım, alışveriş mahallesi var, Beyazıt- Laleli 2009 yaz modasının Beşiktaş Pazarı ambiansıyla buluştuğu yer). Sadece yığın yığın binalar, çılgınca giden taşıtlar ve engebeli yollar var.


(3-4 adıyla bilinen alışveriş bölgesinden komünist blok örneklemesi)



Üstteki, buranın en büyük alışveriş merkezi State Department Store' a (Ulsın İkh Delguur- ülkenin büyük mağazası) çıkan yol. Yollar geniş hamdolsun, geniş ve renksiz. Gerçi şimdi bahar geldi, bozkır baharı da olsa yol yolak daha yeşil.



Bu da alışveriş merkezinden dağlara doğru bir bakış, sanatçı perspektifi :)). Dağlar çok yakın, burası dağların dibine kurulmuş bir şehir.



Şehir içinde yüksek binalar çok değil aslında, plazalar dışında. Yüksek beton yığınları az biraz çevrede (yani büyük meydandan 10-15 dakika yürüyünce :) başlıyor.



Apartman zeminleri bar, kafe, dükkan, kuaför vs. Buraya kadar normal. Ama dışarıdan bakınca hiç de orada dükkan varmış gibi görünmüyor. Kapılar, pencereler küçük, perdeler çoğu zaman kapalı, ilgiyi içeriye çeken bir şey yok. Dışarıdan bakıp bir şeye benzetemediğiniz, hatta genelde bakmadığınız yerler mağaza, güzellik merkezi, lokanta ve daha birçok şey olabilir. Yılın sekiz ayı soğuk (çok soğuk) olan bu memlekette, soğuktan korunmak için iç mekanla dış mekanın teması minimuma indirilmiş.

(büyük caddelerden olan Seul Caddesi' nden bakınca bloklar geriden selam ediyor)



Aslında komünist dönemden kalan birçok binanın (çokkatlı olmayanlar) kendine özgü güzellikleri var. Ne bileyim, bazı apartmanların üstünü geleneksel motiflerle boyamışlar. Ama bu binalar o kadar eski ve bakımsız ki solmuş desenlere dikkatli bakmak, binayı bakımlı hayal etmek gerek. Bakımdan geçse çok etkileyici olabilecek yerler var. Sonuçta burası vaktiyle dünyanın en izole ülkelerinden biriymiş. Her şey dış dünyadan bağımsız olarak, orijinal şekiller almış. İnsan eski renklere, desenlere, yapılara bakarak "vay be, o zamanlar böyleymiş, burası ne enteresan bir yer" fantezisi yapabilir. Bu şehrin eskiden daha kişilikli bir yer olduğu gibi öylesine bir fikrim var, bir ara eski Ulan Bator fotoğraflarına bakmalıyım sanırım.



Aslında kendi bildiğim şehirden bakarak burayı yargılamam doğru sayılmaz. Burası aslen ve hala çoğu göçebe olan insanların yeri. Bu insanların damarında olan şey çadır, step, gökyüzü; bina, cadde, araba değil. Koca ülkedeki (Türkiye' nin iki katı büyüklüğünde) 2,7 milyon insanın neredeyse yarısı buraya doluşmuş durumda. Çok enteresan, İstanbul' daki "aah eskiden böyle miydi, köylüler gelip şehri bozdu" söylemi burada da varmış :). Çadırda yaşayan bir toplumun kurduğu "şehir" böyle oluyor demek. Biz yüzyıllardır göçebeliğin tamamen dışına çıkamadıysak Moğollar' ın da epey vakti var demek. Aslında belki de çadır daha güzeldir, göçebelik daha yaşanasıdır onlar için.

Ekonomik koşulların ve iklimin ağırlığından insanlar şehre akın ediyor. Bu yüzden ekonomisinin can damarı hayvancılık olan bu ülkede göçebe kültürünü korumak için çalışmalar yapılıyor. Ne yalan söyleyeyim, köylerdeki çadır toplulukları, şehirdeki bina yığınlarından çok daha güzel ve kişilikli aslında.

  • Bugün özlenen: Taze meyve sebze. Konserve fasulye, bezelye vs. yerine tazesini yapıp yemek. Pazarda erik, kiraz, şeftali gibi meyvelerin olması. Gerçi arada görüyorum bunlara benzer şeyler ama tadları samandan hallice olsa gerek.
  • Bugün izlenen: Nick and Norah's Infinite Playlist. Müzik delisi, romantik ve kalbi kırık liseli Nick' le yine müzik delisi Norah' ın, bir grup tuhaf arkadaşlarıyla birlikte konsere yetişme ve sarhoş bir kıza göz kulak olma macerası. Eğlenceli, eee nasıl derler, hoş bir seyirlik :). Yalnız milletin o kuntik Michael Cera' da ne bulduğunu biri bana anlatsın bir ara, neredeyse bütün filmlerinde akıllı kızların aşık olduğu tip oluyor kendisi.

9 Haziran 2009 Salı

Pek panoramik Ulan Bator



(ub-mongolia.mn sitesinden)

Kaloriferdi, üniversiteydi, veletti derken şehri yazmayı atlamışım sanki. Bir şehir panoraması, bir 360 derece Ulan Bator eksik kalmasın mutena blog' umda :).

Bu şehir benim orta, kuzeydoğu vs. Asya ile ilk müşerref oluşum. Bozdu, bozkırdıya gözümü Ulan Bator' la açtım :). Bu arada Moğollar kendilerini "Orta Asya" değil de "Kuzeydoğu Asya" da konumlandırıyorlar, Kore ve Japonya' nın yamacına. Orta Asya dememek lazım, sinirlenmesinler mazallah ve de hafazanallah (çokça da hasbinallah, kuzeydoğu Asya ne yahu?).


(flickr.com' dan, Ajr2309 çekmiş)

Ne diyordum, şehre ilk gelişimde tam anlamıyla nakavt olmuştum. Eylül sonuydu, hava soğumuştu, şehirde yeşil namına hiçbir şey kalmamış, her yer toza bulanmıştı.
Bir zamanlar bitki olan tüm canlıların üstü kalın bir toz tabakasıyla kaplıydı, soğuktu ve yağmur çiselemiyordu :). Şehir kurak, çorak, boz sözcüklerinin sözlükteki karşılığıydı (-di' li geçmiş zaman yerine geniş zaman da kullanılabilir). Dağların ortasında bir çanak (Ankara?), Sovyet tipi devasa ve de döküntü binalar, kaldırım bazen var, çokça yok, her yerde kapatılmamış çukurlar ve açık logarlar...


(flickr.com'dan, Jimmy Enima çekmiş)

Üstteki fotoğraf güzel yahu, insana düzenli bir Sovyetik şehre bakıyormuş hissini veriyor :). Neyse, şehir hakikaten pek bir Sovyetik, devasa ve dümdüz bloklar, geniş sayılabilecek yollar, gözün gördüğü her şey gri (cart pembe ve cırt mavi vs. renkli bazı tiyatro, müze binaları dışında). Her yer tektipleştirilmiş, sanırsın ki Paris' te tektip uzanan Haussmann binaları arasındasın :)).


(bloğun tamamını kareye sığdıramadım, bir bu kadarı daha var)


(flickr.com'dan, Ravikjolly çekmiş)

SSCB sonrası durum, 1990' larda ise maalesef daha iyi değil. Yeni sistem fena saldırmış, eski binaların dibinde yeni plazalar, yeni inşaatlar türemiş.





Bu fotoğrafı keşke daha yakından çekebilseydim, "Burj el Moğol" gölgesinde çağlar öncesinden seslenen bir troleybüs ve yanında yöresinde cipler...:)).

Bu arada, Türk- Moğol ırk, etnik, mitnik akrabalığa dair bilumum çalışmaları on ikiden doğrulayan çok empirik bir veriyle geliyorum, şehir mimarisi :). Herhangi bir yurdum şehrinin mimarisiyle Ulan Bator' unki çok benzeşiyor. Arada tek fark, 70 yıllık komünist dönem. O farkı da beton faktörü hemen kapatıyor. Herhangi bir Türk resmi binası/ apartmanı ile herhangi bir Moğol resmi binası/ apartmanı arasındaki tek fark, bizimkilerin boyası biraz daha daha iyi, hepsi bu. O tekdüzelikte, zevksiz yekparelikte, kimliksiz ve zarafetin uzağından yakınından geçmeyen binalarda, amcaoğlumuz Moğollar' la ortak "beton" genlerimiz apaçık görülüyor. DNA' mız "daha beton, daha beton" diye bağırıyor, Türkiye- Moğolistan arasındaki yüzlerce yıl ve binlerce kilometreye rağmen...:)

Şehrin sokaklarına sonra gireyim. Hatta üşenmeyip evden çıkıp bir elektronik mağaza bulur da telefonuma aktarma kablo alırsam, telefonumdaki "ağaç yeşillendi, çiçek açtı, amanın bahardalı" fotoğraflarıyla bahar geldi blog' u bile yazabilirim. Ama şimdi uyuklamaya gidiyorum :)).

  • Bugün özlenen: Eş, dost, hısım, akraba arasında olmak, sohbet muhabbet, birilerine "Nice to meet you/ See you" yerine "Hişt naber, akşama sinemaya gidelim mi, hafta sonu Hisar' da kahvaltı nasıl olur, aman ya ben o filmi pek tutmadım, cumartesi napıyorsun?" filan demek
  • Bugün izlenen: Dan in Real Life. Başrollerde geyik Steve Carell' la narin nazenin Juliette Binoche var. Steve biraderimiz, üç kızıyla yaşayan münzevi bir dul adam, Juliette bacımız da onun çarpıldığı kadın ve - sonradan öğrenir ki - kardeşinin kız arkadaşı. Hoplak zıplak Steve Carell' ı böyle normal ve sakin bir rolde izlemek enteresan. İddiasız, kendi halinde bir film, fena değil. Ama film olduğu gibi, tatili cümbür cemaat, dedeyle babaannenin göl kenarındaki evinde geçiren bir aile içinde dönüyor. Ailesinden uzaktakiler için bu anlamda biraz zorlayıcı olabilir :)).

1 Haziran 2009 Pazartesi

1 Haziran Çoluk Çombalak, Tosun Toparlak Günü



1 Haziran burada resmi tatil, "Çocuk Günü" olarak kutlanıyor. Aslında "Anne ve Çocuk Günü" imiş ama 8 Mart "Kadınlar Günü" olunca 1 Haziran sadece çocuklara vakfedilmiş.

Gün resmen, katiyetle çocukların. Biz bütün gün evde miskinlenip ancak akşam dışarı çıkmamıza rağmen yollar hala çocuk kaynıyordu. Çocuğunu kapan dışarı çıkmış, her yer boy boy, renk renk çocuk... Her yer balon, her çocuğun elinde de balon, kendileri zaten balon gibi, koşturup duruyorlar :)).



Şehrin ana arteri Barış Bulvarı' nda bir yerde, metrekareye beş tane filan turuncu balonlu çocuk düşüyordu. Buralarda bir yerde eğlence mi var derken Sirk' in olduğu caddeye bir döndük ki minyatür bir lunapark kurulmuş. Şu bineni havaya fırlatan adını bilmediğim mekanizmadan mı istersin, mini bir oyun treni mi...





Bugün şehirde farklı bir hava vardı, ben bile kendimi daha iyi hissettim :)). Her yer özel giydirilmiş, hoplayan zıplayan çocuk... Bu şehirde çocukların güzelliği, karşısındakini her an dövebilirmiş gibi duran büyüklerin tavrıyla kıyas kabul etmiyor :).



Bu kızlar da elele tutuşmuş dönüyorlardı, şifon elbiseleri ve kurdeleleri ile. Ben fotoğraf makinesini çıkardım da ayarladım diyene kadar dönüşün uygun açısını kaçırdım. Olsun, en azından anneleri bana gülümsedi. Her gün çocuk günü olsun, büyükler de gülümsesin :)).

  • Bugün özlenen: Tatil günlerinde (gerçi bencileyin saksı sepetlere her gün tatil :) sinema, tiyatro vs. ye gitmek, gidebilmek, bir iki market ve üç beş restorandan başka gidilecek mekan olması
  • Bugün izlenen: Benny & Joon. Akıl hastası kız kardeşiyle beraber yaşayan oto tamircisinin hayatından bir kesit, kesmece :). İki kardeşin hayatı, çatlak Johnny Depp' in ortaya çıkmasıyla iyi yönde değişir. Sakin, iddiasız bir film. Filmden çıkan birkaç anafikir var: Johnny Depp uç rolleri çok iyi taşıyor, nehir kenarında yaşamak pek güzel ve kadınlarda kaş alımı hayati önem arz ediyor (filmde bkz.Julianne Moore).